1 Eylül 2008 Pazartesi

Korku..

Göz kapaklarımın içine ağır ağır güneş sızmakta. Belli ki bir haylazlık belirtisi. Uyanmama daha saatler var oysa. Nedensiz bir gün doğumu hikayesi. Sabahın narin ve tenha havası, inceden ve belkide ürperten bir rüzgar eşliğinde tenimle dans etmekte. Koku alma duyusu gelişmiş hayvanlar belkide kilometrelerce öteden ne yaptığımı, hatta belkide neler yapacağımı kestirmekte. Uyandığım yer bir kuytu orman köşesi. Yüzyıllık ağaçlar bedenimin üzerinden gökyüzüne doğru yeşermekte. Mevsimsel sendromların en beterini yaşamam gereken bir bahar sabahının, o buruk yalınlığı yok üzerimde. Tamamen çıplak ve tamamen düşüncesiz bir şekilde uzanmaktayım sadece. Yapraklar ve dallardan oluşan bir ışık oyunu kargaşası. Parlaklık göz kamaştırmakta. Sadece en başarılı işimi yapmaktayım. Sessiz ve sakin, hareketsiz bir şekilde toprak üzerinde uzanma çabası. Sağım solum, benimle birlikte dalgalanan ve belkide kabul gördüğümü bana anlatmaya çalışan, tabiatın o yer üzeri tembelleri, yaprak ölüleri ve binlerce küçük sürüngenle kaplı. Kapalı bir orman kuytusu. Işık yaprak aralarından süzülmekte. Bedenim çıplak ve sırtım tam olarak toprağı örtmekte. Yaprak aralarından kaçıp kurtulmayı başaran ışık, bedenimde vurduğu yeri ısıtıyor. Isınmak ve aldığım ısıyı yeniden toprağa katmak. Sürüngenler bana yaklaşmakta. Korku yada tiksinme belirtisi yok hiçbirinin gözlerinde. Ben, toprak ve yaprak ölüleri, "ben" gibi aylak. Hepimiz bir. Tanecikli yapıya sahip alyuvarlar damarlarımda gezinmeyi ve hatta gezinmek ne kelime, biraz oturup dinlenmeyi beğenmiş olacaklar ki, damarlarım o yeşile çalan renginden ağır ağır kahverengi ve beyazın hakim olduğu kıpırtısız, durağan matlaşmaya doğru gitmekte. Hissizlik değil, akışın durmasıyla damarlarımda gezien, daha çok his ve daha da fazla toprağa çekilmek. Biz olabilmek çabası. Bedeller ödenmeli.
Ve sürüngenler artık üzerimde.. Küçük gülüşmeler ve kendi lisanında söyleverle kabul törenimi kutsama ve sadece "hoşgeldin" diyebilmek için bile tenimden parçalar koparmaktalar. Tenim artık derim olmaktan çıkmakta. Ben ve toprak. Ve ben gibi yaprak ölüleri aylak. Binlerce ağaç aynı anda kökleriyle emiyor beni içlerine. Hem yerde yatan ve hem köklerde dolaşanım artık. Ve sürüngenlerim bana itaat etmekte. Kabul görmenin verdiği haz yerde yatan bedenimi çürütmekte. Bin yıllık ağaçlar belkide çevremde, bana yol göstermekte. Köklerden gövdeye. İçerisi huzur ve gözyaşı. Kristal damlalar halinde içeri süzülmekte. Tek bir ses yada huzuru bozacak en ufak titreşim yok şu an içeride. Dış dünya çok dışarda artık. Tam kalbimizde. Bir ağaçla oturup sohbet etmenin zorluğu çok gerilerde. Yavaş yavaş gövdeden dallara yükseliş. Sürüngenlerim bedenimi kemirmekte. Çıplak ayakla toprağa basmaktan öte bir zevk toprakla çırılçıplak yaşamak. Sakince aşşağıda parçalanmak için elinden geleni yapan bedenim ve bana itaat için kaslarımı ve kemiklerimi bedenimden ayırmaya çalışan sürüngenlerim. Sevgililerim..
Ağaç.. Ulu ve sonsuz. Tanrının bakışından beni gizlemekte. Yavaş tavaş en tepeye, o laciverte en yakışan dallarına girdiğimde. İşte tanrı. Huzurumda beklemekte. Sakin ve sakinleştirici bir edayla bizi, beni, toprağı, ağacı ve itaat eden sürüngenlerimi kabul etmekte. Tanrı.. Erdemin ulaştığı son nokta.. Oysa benim için bilinmezlerimi isimlendirdiğim imge. Tanrı.. Artık bir bilinmezim kalmadığına göre sadece bir ihtiyar görünümünde. Yerde bedenim çürümekte. Gülümseme.. Bir kaç yüzyıl önce olan bir olay için belkide. Tanrının gamzeleri kalbimi çelmekte. Oysa kalbim bir başka itaat edenin midesinde sindirilmekte. Yeni kök vermiş her fidanın kanımla beslendiğini bilmenin verdiği mutluluk. Bir orman benim sayemde yeşermekte. Tanrı mutlu çocuk. Oyuncağı ben ve belkide benimle büyüyüyen. Ağaç, ben ve bizimle birlikte bu huzura erişen. Ne varsa elden ayaktan düşmüş bu huzur nehrinde hepsi şimdi tanrıyla gülmekte. Kabul görmüşlüğün verdiği ve tanrıyı da içimize alabilmiş olmanın getirdiği ne varsa yeşilden ve lacivertten, ve o koyu kahverengi neşeden.. Yavaş yavaş içimizden dışarı fışkırmakta.
Ölümsüzlük.. Ve aslında her saniye yeniden ölmek. Ve yeniden doğup her ananın rahminden kan ve ümitle, ilk ışığı yakalayıp yeniden ve yeniden taşınmak el üstünde. Tanrı ölümsüz değil. Tanrı ve sürüngenler. Birbirine benzemeler. Tanrı ölümsüz değil. Ben, ağaç ve koyu kahverengi cesedimi emen toprak. Sadece ölmemenin tadını bilen ve bunu tanrıya bildiren biz. Biz ölümsüzüz sadece. Nesilden nesile anlatılacak binlerce iz bırakıyoruz arkamızda. Ve tanrı bizim yerimze sahipleniyor sadece cesetleri. Tanrı ölümsüz değil. Sadece iyi rol kesmekte. Bedenim artık ne burada, ne de bıraktığım yerde. Efendilerinin sözünü dinlemiş olmanın verdiği gururla hizmetlilerim yer altına geri dönmekte. Ben, ağaç ve nehir. Ve belkide dağ taş gülmekte. Huzur sonsuz ve bunu tanrı bizden öğrenmekte. Oysa bak burada aşşağıda ne varsa biz diyebilmekte. Tanrı tek ve yalınlığını kendi yarattığı bedenlerle geçiştirmekte. Tanrı ölümlü ve can sıkıntısı sonsuz. Bizden olmayanlar, binlerce kurgu ve kurduğu saçma oyunlarına kader demekte.. Tanrı gözümüzün önünde. Şimdi, sonra ve belki de geçmiş. Zaman kavramı tanrının huzurunda bir işe yaramıyor sadece. Sessizlik, ben ve ağaç ve koyu kahverengi toprak.. Binlercesine bizden olabilsin diye can vermekte..

Hiç yorum yok: