19 Mayıs 2009 Salı

sıkıntı

önce hava kararmaya başlıyor.. odanın içi sonsuz aydınlıktan yavaş bir şekilde fluya doğru kayıyor.. sevdiğim kadın yatağımda yanlız yatıyor.. gözleri açık ama bana baktığını sanmıyorum.. oda buğulu renginde sabit kalıyor.. sıcaklık artmaya başlıyor.. ve nesneler gözüme kırmızı gözükmeye başlıyor.. kadın gözlerini bana dikiyor.. gözleri kırmızı.. ellerini bana gösterip buna gerek yoktu diyor.. elleri kırışmış ve bedeninde fazlaca yaşlı gözüküyor.. ellerine baktığımda ellerinden tüm bedenine yavaş yavaş ihtiyarlık denen hastalık yayılmaya başlıyor.. kadın kırmızıya direnen tek varlık olarak odanın içinde beyaz bir şekilde yaşlanıyor.. o anda küçülmeye başlıyorum.. yada oda büyüyor.. kadın çıplak bedenini yatağın üzerindeki ince bir örtüyle gizlemeye çalışyor.. sanırım yaşlılığından utanıyor.. yanına yaklaşıyorum.. dokunma sakın dokunma diye bir iç ses tırmalıyor kulaklarımı.. kulaklarımı çok uzun zamandır kullanmadığım fikri beliriyor bir anda aklımda.. ama asıl kullanmadığım beynim sanırım.. bazı kararsın bilgiler ve anlamını tamö olarak anlayamadığım düşünceler akın ediyor zihnime.. sanki bundan önceki bin senden hep ertelediğim işlerin zihnimde kalan parçacıkları bir bütün oluşturmaya başlıyor.. yanına yaklaşmamla ihtiyarlık denen hastalık kadının bedeninden uzaklaşıyor.. zihnimin içinde gözlerimi kapadığımda görebildiğim kırıntılardan oluşmuş bir canavar var artık.. gözlerimi açıyorum.. kadın eski ve ilk gördüğüm hali gibi mükemel ve pürüzsüz tenini çarşafın altından gözlerime sunuyr.. gözlerim bu kusursuz güzelliği beynimin en derininde küçük mavi bir tablete bir daha hiç değiştirmemek üzere işliyor.. karşı konulamaz bir davetle küçülen bedenim saydamlaşmış griyi yarark ışığın kaynağına doğru yöneliyor.. yanına uzanıyorum.. ayaklarım ellerim ufalıyor.. kadın beni ve benliğim yok etmiş durumda.. sanki beynim sadece onun hoşuna gidebilecek ve onun istediğini düşündiği şeyleri kaslarıma yaptırıyor.. buna hiç gerek yoktu artık çok eski zamanlardan bir kabus sadece.. gözlerimi kapatıyorum.. yanımdaki beden oadının sıcaklığına tezat oluşturacak şekilde soğuk.. bir ölünün yanınd ayatmanın ne gibi buhranlarda bir zihnin göstergesi olduğunu bilmiyorum.. ellerine bakıyorum elleri odanın renginde kırmızı.. ve kırmızının tonları artık yatağı zapt etmeye başlıyor.. anlamıyorum.. kırıntıların tanrısı beynimde kocaman bir boşluğu tekmeliyor. geçmişin sesleri yeniden duymaya başlayan kulaklarıma geliyor.. "nolur yapma... dur." irkiliyorum.. ellerim ve bedenim aynı kırmızıkta hapsoluyor.. buna hiç gerek yok.. anımsayamıyorum.. anlayamıyorum.. midem bulanıyor.. odanın kırmızısı yavaş yavaş duvarlardan akıyor.. ve hava anlamsız bir şekilde daha da ısınıyor.. sıcak ve kan kokusuna daha fazla dayanamıyorum.. kusuyorum.. gözlerimi kapadığımda kırıntıların oluşturduğu tanrıcık bana gülümsüyor.. hediyesini beğenip beğenmediğimi merak etmekte besbelli.. gözlerimi yeniden açıyorum ve kan kırmızı bir yatağın içinde uran vicdan azabına kırmızının ne kadar çok yakıştığını düşünüyorum.. bir duman nöbetinin ardından odayı terk ediyorum. odanın kırmızılğı gözüme o kadar işliyorki hayatı daha tuhaf algılamaya başlıyorum.. daha fazla tahammül edilemeyecek kadar kırmızı.. beden bulan binlerce kırıntı benim yerime zihnimi yönlendiriyor.. onları susturmanın tek yolununun kendimi susturmak olduğunu biliyorum.. odanın dışında binlerce hayata açılabilecek bir kağıdan geçmek yerine sonuma giden kapıya yöneliyorum.. bir başka kırmızı damarlarımdan sızıyor.. insanlığa en çok yakışan renk olduğunu düşünüyorum.. duman için ateşlediğim sigaramı kansere fazla aldırmayan biri olmama rağmen kanserden b seferlik ürkerek kendi kızılıma söndürüyorum.. uyuyorum.. sonra.. sonsuza kadar uayndırılmayı beklediğim bi ruykuya uyuyorum.. dünyanın kırmızıya beneden daha fala ihtiyacı olupunu bilerek .. kendi kırmızımı size sunarak uyuyorum..